Öyle ya halkların öfkesi var devrimler yapan, çağ atlatan ve diktatörlerin öfkesi var savaşlar çıkaran, dünyayı birbirine katan…
Bilir misiniz o duyguyu? Bir şey olur, iki saniye içinde kan beyninize sıçrar, nabzınız hatta bazen tanyisonunuz yükselir, kalp atışlarınız , nefes alıp verişiniz hızlanır, vücudunuz kasılır, bedeniniz gerekli hormonlari salgılar alarm ve savaş moduna hazırlanmak için.
Ne oluyor da birden bu kadar öfkeleniyoruz ? Ne oluyor da bazen son derece yapıcı bazense son derece yıkıcı sonuçlara neden oluyor aynı duygu ?
Öfkeye neden olan bir çok farklı durum var şüphesiz. Vivian Dittmar „Duyguların kullanım klavuzu“ (Gefühle & Emotionen –Gebrauchsanweisung) kitabında bu durumları tek bir çatı altında toplamış. Öfkeyi bir olay, durum karşısında „bu yanlış“ kararı verdiğimizde çağırdığımız duygu olarak tanımlıyor. Yani öfkeleniyorsak her ne sebeple olursa olsun, haklı ya da haksız o durumda yanlış buldugumuz bir şey var ve öfkeyi cagırıyoruz ki bize o yanliş olan o şeyi degistirecek gücü versin. Ama gerçekten neden öfkelendiğimizin farkina varmadan, sadece dürtüsel tepkiler vermeye devam ettiğimiz sürece bu güç elimizde patlayıp, hem kendimiz hem de karşı taraf için cok yıkıcı olabiliyor.
Yıllarca çok çabuk öfkelenip, gözünden ateşler çıkartarak karşı saldırıya geçmiş, çok kırmış, çok kırılmış, sonrasında kendini inanilmaz suçlu hissederek, „ bende bir yanlışlık var“ inancını iyice pekiştirmiş ve yıllar sonra öfkenin nasil güçlü bir potansiyeli olduğunu, onunla dost da olunabileceğini görmüş bir insan olarak kendi adıma rahatlıkla söyleyebilirimki, yıllar boyu sorun öfkede değildi, öfke düşman da değildi, sorun benim öfkemi kabul edemediğim için altında neler olduğuna bakamamam ve sonrasında ne bana ne de karşı tarafa iyi gelen tepkiler vermemdi.
Hiçbir duygu özünde kötü değilse ve bize bir şey anlatmak için var ise eğer öfkenin sonucu bu olmamalı değil mi ? Bir yerde bir yanlışlık vardı ama nerede ?
Bu kısır döngü alerjı iyice artıp, bir terapi seansında şunu duyana kadar devam etti „izle, tepki göstermeden önce öfkene izin ver ve sana ne demek istediğini anlamaya çalış, hiçbir duygu ondan nefret ederek yok olmaz„. Ve sonra gerçekten öfkeyle ilgili ne bulursam okumaya ve kendimi izlemeye başladım, beni öfkelendiren ne, altında hangi üzüntüyü saklıyor, bir şeyler bana ne sebeple yanlış geliyor, öfkem bana ne anlatmaya çalışıyor ? Ve zamanla her birine daha yakından bakmaya başladım.
Öfkeleniyordum çünkü:
- Bazen birinin yaptığı ya da söylediği bir şey benim bir yarama, komplexime, yetersizlik hissime vs dokunuyordu ve ben henüz bu parçamla yüzlesmeye hazır olmadığım icin bu yapılanı „yanlış“ buluyor ve yarama dokunan kişiyi susturmak, olayı durdurup, konuyu hemen kapatmak icin öfkeyi cağırıyordum. (bkz. Holly)
- Zaten peşin „bende bir yanlışlık var“ hissiyle dolastığım için, etrafımda olup biten bir çok şeyi kişisel alıyor ve canım yanınca öfkelenerek karsi saldırıda buluyordum. (Bkz. Holly )
- Ya da içimden ‚hayır‘ demek istediğim halde ‚evet‘ dediğim durumlarda geliyordu öfke. Bu ne oldugunu en az anladığım durumdu çünkü istemeden evet dediğim o anda değil de sonradan alakasız bir yerde geliyordu coğu zaman ve ben o iki olay arasindaki baglantıyı kuramıyor, istemediğime hayır diyebilecek gücü bulabileyim diye gelen öfkeyi nereye koyacağımı bilemiyordum. (Bkz. Centaury)
- Ve resmen dominantlik yaptığım durumlar .(lütfen bkz : Beech ve aslında daha çok Vine). Sırf ben böyle doğru buluyorum diye öyle oldurmak icin cağırıyordum öfkeyi. Böyle olacak, neden ? Çünkü ben bunu böyle doğru buluyorum (Beech) ya da ben ölctüm biçtim, herkes icin doğru olanın bu olduğuna karar verdim ve bundan başka bir doğru da yok, işte o kadar ! İtiraz eden olur da engel çıkarsa da öfkeyle gözümden ateş çıkartma suretiyle hepsine dediğimi yaptırırım, kırma ve kırılma pahasına da olsa (Vine).
- Vee tabiki bir de adaletsizlik konusu. Adaletsiz ve haksız bulduğum durumlar, işte öfkeyi en yoğun hissettiğim anlar o zamanlardı. Öfke geliyordu ki adaletsizliği değiştirmek için ihtiyacım olan gücü bana versin ve ben eyleme geçeyim. Değistirilebilmesi mümkün olan durumlarda cok işe yarasa da (maaşımın hakettiğimden az olduğunu düşündüğümde, gidip maaş zammı istemek için mesela ) bazı şeyler vardıki ne kadar adaletli ya da adaletsiz olursa olsun gerçekti ve değistirilmesi mümkün değildi. „Ama bu haksızlık“ diye haykıran ve isyan eden iç sesimin böyle durumlarda öfkeyi cağırmasınınsa tek bir amacı vardı: kabul edemediğim ve yıkıcılığı karşısında ne yapacağımı da bilemediğim bir acının üstünü örtmek. Acı o kadar acı oluyorki bazen, onu görürse dayanamayacağını sanıyor insan, önüne isyan ve öfke perdesini çekiyorki asıl konuya gelemesin, çemberin etrafında dönsün dursun.(Bkz. Willow)
Ve öfkemi izleyip, nedenlerine bakmaya cesaret ettikçe anladım ki aslında yanlışlık öfkede değil, öfke dost ya da düşman da değil. Öfke sadece bir duygu, hem de harika bir potansiyeli olan, gerektiğinde harekete geçirmek için güç veren bir duygu. Ve yanlış olan duygu değil, bu duyguyla benim ne yaptığım, bana anlatmak istediği şeyleri anlamamam, nasıl başedeceğimi bilmediğim için de bana verdiği gücü yapıcı değil yıkıcı bir şekilde kullanmam.
Derviş`in aklı adlı kitabında (Dogan Cüceloglu) Prof. Ahmet Dervişoğlu diyorki „anlamanın olduğu yerde öfke, öfkenin olduğu yerde anlama olmaz „. Öfkenin çözüm yolu önce kendini anlamaktan geçiyor, yüzeydekini değil ama, asıl altında yatanları anlamaktan. Yarasına basılınca saldırıya geçen çocuğun yaralarını sarmaktan, hayır deme cesareti göstermekten, dominantlığın altındaki korkularla yüzleşmekten, degiştiremeyeceğin şeylere isyan etmeyi bırakıp altındaki yasa izin vermekten.
Sevgiyle,
Havana